21 Aralık 2013 Cumartesi

Yeni yazım

http://www.elmaelma.com/michelle,-gisele-ve-ben-205yy.htm

27 Kasım 2013 Çarşamba

Ay ne çektik şu mesajlardan!


Cep telefonuma, düzenli aralıklarla bir inşaat firmasından mesaj geliyor. Yok, ultra lüks evim beni bekliyormuş, yok bahçede mangal, havuzda ördekler hazırmış da bir ben yokmuşum. Duyan da sürekli ev satın alıyorum zanneder. Bir, öyle bir param yok, iki, mesajı gönderenlerle uzaktan yakından alakam yok. Kıyıda köşede biraz birikmişim olsa, gider Twitter'dan hisse satın alırım. Öyle gayrimenkule, altına yatırım eskidendi.

Neyse...

Bana inşaatçılar dadandı, babama bir güzellik salonu ama en fenası anneminki; cinsel performans arttırıcı ürün satanlar.

Belli ki, ortada bir şebeke ve ellerinde uzun bir telefon listesi var; önlerine gelene dağıtıyorlar numaraları, ceremesini biz çekiyoruz.

Gına getiren bal reklamlarından sonra, milletçe arı kovanına çomak sokacak hale gelmiştik. Şimdi de toplu SMS'ler yüzünden toplu intihara teşebbüs edeceğiz.

Yalnız, benim önceden bazı münferit denemelerim olabilir zira hadiseyi ana babaya açıklayana kadar deveye hendeği atlatacağım kesin.

Mesajlar zaten sinir bozucu, orta yaş grubu ebeveyn soruları da cabası.

Bunlar beni nereden tanıyor, ben kimseye numaramı vermedim, ne diye sürekli bana mesaj atıyorlar, bak değerli müşterimiz diyor, önceki siparişiniz diyor, biri benim yerime bunlardan alışveriş mi yapıyor, ya telefon numaramı buldukları gibi kredi kartı numaramı da mı ele geçirirlerse gibi sorulara cevap vermekten yıldım, halim harap.

Arada, anne her şeyin bunların elinde, örgüt işi bu, ne derlerse yapacaksın artık, diyecek gibi oluyorum ama sonra derin bir nefes alıp tatlı tatlı anlatmaya devam ediyorum. Onları da anlamak lazım, uyum sürecindeler, durumları zor.

Allahtan, bu gergedan boynuzcular babama denk gelmedi. Yoksa soruların da, işin de rengi değişir, bu yaştan sonra parçalanmış bir ailem olabilirdi.

Buna da şükür!

Ama yine de buradan kendilerine seslenmek istiyorum.

Belli ki talep var, arz oluşuyor, saygım sonsuz yalnız sabrım sınırlı. Kimsenin de ekmeğine mani olmak istemem ama işi belli bir çevrede yapsanız nasıl olur? Girişimcilik güzel şey, pazarlamadır, satıştır eyvallah, hakkınız da, Allah aşkına bir bakın, neyi kime gönderiyoruz diye. İletişimde dur durak bilmiyorsunuz belli yalnız, müşteri profilinizi bir daha gözden geçirmenizde fayda var, o konuda biraz zayıf kalmışsınız. Kadınların yaşı söylenmez ama, bu artık sosyal sorumluluğa girer, 61 yaşındaki annem gergedan boynuzunu ne yapsın. Yok, illa boynuzda ısrarcıyız diyorsanız, keçiboynuzu var mesela, kan yapar, onu deneseniz, olmaz mı?

Bir de merak ettiğim bazı hususlar var; misal, Manisa'nın mesir macununa ne oldu da, gergedanın boynuzuna kaldık? 

Gergedanı kim kaybetti de biz bulduk?

Bulsak onu da vurur muyduk?

20 Kasım 2013 Çarşamba

Yeni yazım



http://www.elmaelma.com/hem-dersini-bilmiyor,-hem-de-sisman-herkesten-191yy.htm



7 Kasım 2013 Perşembe

Sevişseydik iyiydi!

Üniversiteyi Eskişehir'de okudum. Ankara'dan yakın bir arkadaşım da aynı üniversitenin farklı bölümünü kazanınca yurtla falan uğraşmayalım, bir ev tutalım dedik. İlk gidişimizde şehrin merkezinde, penceresinin ucundan azıcık Porsuk nehri manzaralı bir yer bulduk ve okul bitene kadar orada  kaldık.

Üniversiteyi kazanmışız, yaşımız 18 olmuş ama ikimiz de hala ana baba kuzusuyuz. Ne yemek yapmayı biliriz, ne çamaşır yıkamayı ne de gömlek ütülemeyi. Koca şehirde tanıdığımız bir birbirimiz. Çaktırmıyoruz ama moraller bozuk. Her gün kös kös okula gidiyoruz. Henüz arkadaşımız olmadığından koşarak eve dönüyoruz. Bildiğimiz tek yemek makarna, lüksümüz patates kızartması. Kapıyı çalan yok, gidecek bir yer yok. İbo şarkılarının olduğu bir kasetimiz var, çok efkâr basınca takıyoruz onu teybe, bir de içebilirsek bir kadeh içki, olan biten bütün eğlencemiz bu. Memleketi özlemişiz, anneyi, babayı, kardeşi özlemişiz, Kuğulu Park'taki kuğuları bile özlemişiz. Bir sevişsek rahatlayacağız belki ama işte aklımızın ucundan geçmiyor. Ne salağız. 

Derken, bir iki arkadaş ediniyoruz. Benim okuldaki en iyi arkadaşlarım iki erkek. Hatta, birini kayıt günü babam tanıştırıyor benimle. Ne kadar dejenere bir aileden geliyorum anlayın. Bendeki de ahlaksızlık; hadi bir tane tamam, bir tane daha buluyorum, bir de yediğim içtiğim ayrı gitmiyor. Derken rezilliğin iyice dibine vuruyoruz; bu iki arkadaşım bize gelip gitmeye başlıyor. Bizim ev oluyor mu size kızlı erkekli ne idiğü belirsiz bir yer. Hayır, bu arada beraber yiyip içiyor, ders çalışıyor, kağıt oynuyoruz falan ama herhalde hepimizde var bir bozukluk; hiç birimizin aklına sevişmek gelmiyor. Oysa ev var, ana baba yok, kız var, erkek var, hatta ikiz yatak bile var. Ama ı ıh, öyle oturuyoruz. 

Bir gün yine okuldan çıkmışız, üçümüz geldik eve. Binanın önünde bizim kapıcı Kazım. İki erkekle binaya giriyorum diye bir bakış attı bana, ay ölsem yeriydi. Keşke deseydim "Kazım abi, merak etme sevişmiyoruz" diye ama işte man kafam, akla gelmeyen dile nasıl gelsin.

Birkaç gün geçmiyor; yönetici geliyor kapıya. "Eve giren çıkan belli değilmiş, şikayet var" diyor. Belli ki Kazım boş durmamış. Neye uğradığımızı şaşırıyoruz. Hemen babamı arıyorum, baban da yöneticiyi. Zincirleme bir telefon trafiğiyle evde hanım hanımcık oturduğumuza, vallahi de billahi de kimseyle sevişmediğimize başta Kazım abi olmak üzere tüm apartman sakinleri ikna ediliyor.

Ya, işte böyle, mezun olana kadar ne zaman eve arkadaşlar gelse, Kazım abi gözüyle gene yaptı yapacağını ama idare ettik işte. Artık cahilliğine, bilgisizliğine, yapacak işi gücü olmamasına verdik, onu öyle kabul ettik.

Hadi onu öyle kabul ettik de bu başbakanı ne yapacağız? 
Yahu, koskoca başbakan cahil olabilir mi? 
İşsiz güçsüz?

Yok, canım!

7 Ekim 2013 Pazartesi

İkinci çocuk mevzuu



Ay iyi ki bir çocuk doğurdun, sana da yazacak konu çıktı demeyin çünkü bu aralar eldeki malzeme bu. 3 dakikada okunan gazeteyle 5 dakikada taranan internetten bir hayır gelmiyor. Ayrıca ben istemesem bile algım seçici. Aman idare edin işte; konumuz yine çocuk ama ikinci çocuk.

Yok, hamile değilim. Bir Nuri Alço komplosuna kurban gitmezsem mevcut ruh halimle de bir daha zor kalırım herhalde. Fakat istek çok. 

Üçe beşe bakmayıp meydanlardan çocuk diye seslenen başbakana atarlanan ahali sanırım Japonya'dan. Zira çocuğu görüp de ikinciyi sormayan tek bir Türk'e rastlamadım. 

Hayır, adama özel hayata karışma, yatak odama bulaşma diyorlar da kendileri ne yapıyorlar? Sevgilin olur, nişan ne zaman derler. Yüzüğü takarsın, düğün isterler. İmzayı çakarsın, e hadi çocuk derler. Çocuğu yaparsın bu sefer de ikinci diye tuttururlar. Bu ne iş ben anlamadım. Ya bir elindekiyle yetin, bir mutlu ol. Yok! Zaten bunlardan başka memlekette de yok. 

Aman karşındakini kırmayayım diyorum, suni suni sırıtıp konuyu geçiştirmeye çalışıyorum olmuyor. Kısmet diyorum, hayırlısı diyorum, yok, tam gaz devam; ikinci ne zaman da ne zaman. Bir gün piyango birine vuracak, içimdeki mahalle kadını ortaya çıkacak ama bakalım ne gün.

Yok kardeşsiz olmazmış, yok tek çocuk problemli olurmuş, yok arayı açmamak lazımmış, efendim ikisi bir arada çıkarmış. Meğer etrafımdaki herkes pedagogmuş da benim haberim yokmuş. Keşke aralarında bir tane de psikolog olsaydı. 

Ya yeni doğuran kadının üstüne bu kadar gidilir mi? 

İnsanın yapacağı varsa da inadına doğurmayası geliyor. Ama aleme hava hoş tabii, konuşur da konuşurlar. Yapacak olan ben, doğuracak olan ben, e sonunda bakacak olan yine ben. Öyle kapıdan geçerken uğrayıp, canım cicim yapıp, iki mıncırıp gitmek güzel tabii. Onu yaparken de "ay aynı babaaa" diye sevip insanı iyice sinir ederler ki bu ayrı bir yazı konusudur. 

Velhasıl kelam, kimse kimsenin işine karışmasın efendim, karışmasınlar, karışmayın!

Hadi bana eyvallah.